Dünyadaki en değerli bilgi kadim bilgiydi. Kadim bilgiye sahip olan gücün de sahibi olup yaşam onun kurallarıyla şekilleniyordu. İşte bu değerli bilgi doğanın ve insanın kılavuzuydu. Kadim bilgiye vakıf olan kadın M.Ö 10 binli yıllarda Bereketli Hilal’de tarımsal faaliyetleri başlattı. O gün toprakla buluşan tohumlar binlerce yıldır insanlığa kol kanat geriyor. Tohumu keşfetmek, doğanın işleyişini kavramak, kıyaslamak gerekirse, nano teknoloji, yapay zeka, Crispr gibi çağı aydınlatan bilgiye sahip olmakla aynı derecede önemliydi. Kadim bilgiye sahip olmak, o gün farkına muhtemel varılmasa da manevi tarafı oldukça güçlü, maddi tarafı paha biçilemeyecek kadar mühimdi. Avcılık tarımsal faaliyetlere kıyasla güç ve zorluydu. Ava giderken avlanalar, eli boş dönenler, bazen de dönemeyenler….. Hayatta kalabilecek kadar avlanabilen insanoğlunun nüfus artış oranı düşük, hayatta kalmak dışında bir gayesi olmadan yaşıyordu. Kültür sanat anlamında üretim yok denecek kadar az, keşfi yapılan tek şey ateş ve birkaç alet. İnsanlık, ne zaman ki tahılları ekmeyi öğrendi işte o zaman depoladı, daha çok üretti. Tohum kavramı o gün tarihe not edildi. Üretirken az çaba sarfetti ve sonunda da rahata eren insanlık kültür de, sanat ta, mimari de bir çok ürün ortaya kurdu. Tam da burada tartışma alevlendi.
Hastalıkların, felaketlerin tarım ve hayvancılıkla birlikte başladığına inananlarla, tarımın bir lütuf olduğunu düşünenler arasındaki mücadele fikirsel olarak yüzlerce yıldır tartışmaların konusu oldu. Bu günün konusu olmadığından başka bir yazıda konu üzerine uzun uzun düşünülüp konuşulacak. Biz şimdi toprak insan buluşmasına dönelim. Tahılın ekilmesi demek güneşin, ayın hareketlerini takip etmek demekti, tarlalarda suyun kullanımı kanal yapmayı, tarlaların düzenlenmesi matematiği, ekin ve hasat mevsimlerini planlamak gök bilimlerinin başlangıcını tetikliyordu. Tohum öyle bir güç olmuştu ki insanın içinde varolan tüm potansiyelini gerçekleştirmek için büyük bir kıvılcımı ateşlemişti. En güzel mimarlık örnekleri ondan sonra inşa edildi, en güzel yemekler ondan sonra pişirildi, en güzel şiirler ondan sonra yazıldı, en güzel resimler ondan sonra çizildi. Ve sonra 12 bin yıl su gibi akıp gitti. Biz faniler kendi ömürlerimizin derdine düşmüşken evren büyümeye devam etti.
İnsanlık farklı coğrafyalarda birbirinden değerli ve özel uygarlıklar kurdu. Medeniyet var gücüyle başka coğrafyalara gittikten sonra, göçüp gittiği topraklardakilerle rekabete girdiler. İnsan toprak ilişkisi her dönem ekonomik modellerin kurgusunu belirlerken, kültür tarihini de şekillendirdi. Değişmeyen tek bir şey vardı. Üreten tüketimi kontrol ediyordu. Üreten paylaşım oranına karar veriyordu. Büyük devletler, imparatorluklar askeri hep tahılla besledi, gücünü doyurmaktan aldı. İlk çağlarda üretenler, toplumun saygın bireylerini oluşturup toplumsal gelişimin detaylarına da onlar karar veriyordu. Örneğin yeme içme kültürü, aile, mimari, sanat, toplumsal kurallar üretimi elinde bulunduranlar tarafından yönlendiriliyordu. Avrupa Rönesansını üreten soyluların sanata yaptığı yatırımlar tetikledi. Ne zaman ki tarımda hayvan gücü kullanılmaya başlandı kadının elindeki üretmeye yönelik bilgi, modern karşılığıyla KNOW – HOW erkeğe geçti. Erkeğin hayvanı idare etmesi işlerin büyümesini, şekil değiştirmesini sağladı. O güne kadar toprak insan ilişkisi itibar göstergesiyken, ilerleyen zamanlarda toprağı yönetenler saygın, toprakla ilişki kuranlar itibar kaybetti. Yoksullar, köleler, köylüler eker soylular, kentliler tüketir oldu. Zamanla üretim tüketim ilişkisi biçim değiştirdi. Önceleri 100 kişi ekti 100 kişi doydu. Sonra 100 kişi ekti bin kişi doydu. Sanayi devrimiyle 100 kişinin ektiğini milyonlar yemeye başladı. Aradan binlerce yıl geçti. Toprak da insan da değişti. Her ne olduysa şimdilerde toprağa dokunmak yeniden trend oldu. Tohumunu sırtına alanlar, Ferrarı’sini satanlar, eskinin teknoloji devleri şehirden kalma tortu ve arazlarıyla toprağın yolunu tuttular. Toprak zamanın komplo teorisyenlerinin hararetli ilgi alanı. Rahmetli hocam Mahir Kaynak yaşasaydı meseleye hiç kuşkusuz başka projeksiyonlar açardı. Tohum, yerel tohum, atalık tohum uzun uzun konuşuldu. Orta okuldaki coğrafya dersleri yeniden hatmedildi. Tohumun peşinden yollara düşenler, Anadolu’yu karış karış gezenler, çeyiz sandıklarından tohum avına çıkanlar yine işin suyunu çıkardı. Tohum takaslar kültür etkinliğine dönüşürken kontrolsüz çalışmalar uzun vadede birçok sorunun habercisi oldu. Çünkü yerel tohum yerinde korunmalı ve geleceğe taşınmalıydı.
Sevgili İlhan Koçulu’nun çok sevdiğim bir lafı var. Tüm yaşananları ‘’Nimeti ganimete çevirme’’ meselesi olarak özetlemişti. Daha güzel laf söylendi mi bilmiyorum gök kubbenin altında. Sırf popüler diye atalık tohum, kötü tohum ayrıştırmaları. Konu hakkında bilgi sahibi olmadan kulaktan dolma bilgilerle, bizimki atalık tohum, yoksa senin ki babadan mı kaldı ironileri binlerce yıllık tarım kültürüne maalesef istemeden de olsa zarar vermekte. Oysa bütün tohumlar coğrafyanın hediyesidir tüm canlılara. Mesele de bu kadar basit değildir. Tohumlar sadece insan için değil rızkını arayan tüm canlıların ortak mirasıdır. Düne kadar büyük üretim yapılarından güç sahibi olanların yanında şimdi de atalık tohumlardan ganimet toplayanlar pazarda kol geziyor.
Marketing şimdilerde atalık tohum üzerine yazdığı efsanelerle fark yaratanları ödüllendirirken, yaratılan bu yeni pazarların adları her gün değişiyor. Glüten free, organik, atalık tohum, yerel hammadde kavramları hızlıca içi boşaltılan kapitalist birer metaya dönüşüyor. İyi ve güzel niyetlerle yola çıkanlar bir tarafa toplumsal algılar söz konusu imgelerin etrafında öbeklenip haksız rekabete yol açıyor. Oysa iyi ve güzel olan besin herkesin hakkı diye yola çıkmamış mıydık. Şimdilerde iyi ekmek 20 tl, güzel olmayanı 1 tl ise ironinin kime hizmet ettiği oldukça ilginç olsa gerek.
Onun içindir ki tohum ıslahçıları, ziraat mühendisleri, gıda mühendisleri, agronomistler konunun gerçek bilim insanlarıyla, zanaatkarlarıyla sohbete tutulmadan önyargılarla örülmüş algısal gerçeklikler üzerinden davranışlar geliştirmemekte fayda var. Bir not, her yıl atalık diye üretilen tohumlarla pazara sunulanlar arasında yüzlerce kat fazlalık var. Güzel bir haber, buğdayın genetiği değiştirilmedi. Daha güzel bir not. Atalık tohumlar da, ıslah edilmiş tohumlarda koyun koyuna toprağı paylaşır dostça, keyifle…
Birbirinden ne daha üstün ne daha az değerli…..